28 Aralık 2011

"Yeniye YER aç" ritüeli...



Melissa ve adacayi yapraklarını yanmayacak bir potun içine koydu önce... Bu onun sevdiği bir ritüeldi. Çakmağı aldı, potun içindeki yapraklarin birinin ucunu tutuşturdu. Önce dumanın isli kokusu geldi burnuna, sonra yavaş yavaş adaçayı ve melissa yapraklarının egzotik kokusu yayılmaya başladı. Potu eline aldı ve odanın içersinde bu gizemli tütsüyü dolaştırmaya başladı. Ayin gibi işini ciddiyetle yapıyordu. Evin tüm köşelerinde birikmiş enerjiler yanıp, sanki siyah dumanın içine karşıyordu. O köşelerde ne çok şey birikmişti kimbilir... Bazen ev nefessiz bırakırdı onu, bazen de içerideki huzur hiç bir yerde olmazdı. Yatağının üzerinde dolaştırdı tütsüyü, uykularından yatağa sinmiş kabuslarla vedalaştı sanki... Koltukların üzerinde gezdirdi, misafirlerin bıraktığı negatif enerjiler dağıldı sonra... Duvarların sivri köşelerinden, eşiklerden, kirişlerden, kapı girişlerinden geçirdi tütsüyü, akmayan enerji boşaldı sanki, iyi enerjinin geçişi ferahladı. İçerisi adaçayının gizemli kokusu, melissanın baş döndürücülüyle dolmaya başlamıştı. Tüm ev tütsülendiğinde potu iki ayağının ortasında yere koydu. Sıra ona gelmişti. Tüm bedeni tütsülenmeye başladığında gözlerini kapadı, iki ayağını iyice yere kökledi ve teslim oldu rituelin gerekliliğine... Bedenin biriktirdikleri, enerji kanalları, meridyenleri, düşünce tıkanıklıkları, eskiler yanan tütsüyle havalandı üzerinden.... Başı dönüyordu. Biliyordu onu hafiflettiğini, hep aynı baş dönmesiydi yaşadığı...
.
Bu ritueli nerden bildiğini hatırlamıyordu ama her defasında işe yaradığını hissediyordu. Şamanik genleri ona bu yıl adaçayının yanına melissa yaprağını koymasını fısıldamıştı sanki... Acaba melissanın gizemi neydi diye düşünmeden, dinlemişti iç sesinin söylediğini... Aktarda eli gitmiş, doldurmuştu melissa yapraklarını da torbaya...
.
Rituelin en sonunda camları açtı. Tüm ev, temiz hava ve iyi enerjiyle dolmaya başladı. İçerdeki yoğun koku ve duman dağıldıkça, ev hafifledi. Mayhoş bir koku kaldı geriye, bundan her zaman çok hoşlanırdı.
.
Potun tam sönmesi için onu balkona bıraktı. Sonra banyoya gitti. Bol deniz tuzlu, karanfil, gül kurusu ve yasemin yağlı karışımı küvetin içine boşalttı. Suyu açtı. Deniz sıfır noktasıydı. Sıfır noktası nötr bir enerji demekti. Deniz suyu o yüzden tüm insanlara iyi gelirdi. Şimdi bu suyun şifasıyla sıfırlanacaktı. Küvetin içine girdi. Suya ve şifaya teslim etti kendini... Gözlerini kapattı, dinledi, sustu, bazen kalbi şıkışıp kuvetten çıkmak istedi, nefesine odaklanıp durmaya gayret etti. On dakika sonra sabun kokulu bornozuna sarınıp, odasına geçti. Yorgundu, ağırlaşmıştı bedeni sanki... Ama bu aslında hafiflediği içindi. Taşıdığı yükler gitmişti, tüm enerjiler dağılmıştı üstünden... Bir esinti vardı üstünde, içinde, yüreğinde.... Kocaman bir bardak suyu sakinlikle içti, yatağına uzandı. O gün sanki uykusunu hiç almamış gibi gözleri ağırlaşmaya başlamıştı.
.
Yeni yıl gelmeden yeniye yer açmak güzeldi.
Ne gelecekse hoş gelsindi... O hazırdı...

Gülümseyerek, tertemiz bir uykuya daldı...

09 Aralık 2011

Ağaçların Kalpleri vardır...

İstanbul/ Ağustos 2011
.
.
Uzun zaman yazamadim... Böyle sanki ayva yemişim de, boğazımda takılı kalmış lokmam... (Bu dönemde ayvayı da gerçekten yemiş olabilirim tabii...) Uzun zaman yazamama bahaneler uydurdum; hayat karışıktı, vardır bir nedeni dedim önce... Sonra artık sözün enerjisi bitiyor, herkes yazıyor, konuşuyor, susmak lazım heralde,... dedim. Biraz dinlemeliyim dedim, ama kendi blogumdan tüm bloglara, twitter iletilerine kadar baştan sona okudum da, okudum... Sonra, yeni odam ağaç görmüyor, ayrıca sadece çatıları gören küçük bir camı var, ondan ilham gelmiyor olabilir, dedim... Çok bahanem vardı. Tüm bunlara rağmen inat edip, ne zaman word belgesini açıp yazmaya başlasam, bir korku doldu içime, boş beyaz sayfa ürpertisi koydum bunun ismini de...
.
Hepsi geçti... Ruhumla, kalbimle, göz yaşlarıyla şeffaflaşarak bir dua etmiştim bu yılın başlarında... Duamıydı, yakarışmıydı bilmiyorum, belki de kendinden bir vazgeçişti. Sadece şunu dediğimi çok net hatırlıyorum...”Tanrım, çok korkuyorum ve artık bu korkunun içinden geçmek istiyorum, yardım et bana”.... Bununla beraber, yolum değişmeye başladı. Zordu, zorluydu hala biraz zor ama artık yüreğimi basan o korku kalmadı. Ateşiyle, yürek yangısıyla yürüyen biri gibiydim bir süre... Hayatın beni bağlayan iplikleri bazen boşalıyordu. Kimse farketmiyordu ama, bazen yüreğimden ellerime kadar varıyordu titremelerim... Hiç olmadık şeylere ağlar buluyordum kendimi... Ama her seferinde bir güç, sanki kocaman elleriyle beni sırtımdan tuttuğu gibi silkeliyor, sonra olduğum yere ayakta bırakıyordu. Ben kalbiyle ayakta durabilen biriydim. Kalbimden yıkılırdım önce... Yükselirken kalbimden büyürdüm... Bedenin diğer tüm uzuvları, sadece uzuvdu. Ayaklarıma baktım o an... “Yeryüzünü kavra” ne zordur yeryüzünden daha minik ayaklar için... Ayağa kalktığım her sefer, ayak tabanımın daha güçlü yere bastığını hissettim. Kalbim bu ortaklığa çok sevindi.
.
Artık sözlerin hiç bir önemi kalmadi aslında... Cümleler enerjilerini kaybediyor, tüketiliyor her yerde... Tüketelim...Tüketelim ki bitsin... Bir tabaka daha sıyrılırız. Bir tabaka daha atarız üstümüzden, kendimizi anlatarak olmaktan... Göz göze gelişin, birbirine aşkla- dostça sevgiyle dokunmanın, bir gülümsenin cümle olarak tanımsızlığına varırız belki o zaman... Uzaklara telefonsuz varır belki sevgimiz, sadece düşünerek bile... Cümlelerimizden başlar arınma belki böylece... Hayatın içinde fazla fazlalıklarımızdan da atabiliriz sonra... Çifter çifter aldığımız eşyalar, ağzına kadar dolu buzdolaplarımız, homini homini yediğimiz yemekler... hepsinden azaliriz sonra biraz daha... Korktukça fazlalaştığımızı anlarız... Sözde, eşyada, eylemde....
.
Ağaçların dilleri yok... Üzerlerinde kıyafetleri de... Kökleri var, tutabildiği kadar sarılırlar toprağa... Yağmur yağarsa, güneş açarsa ne mutlu... Ne çoşku gösterirler, ne üzüntü... Dayanırlar, sabrederler ve bence kalpleri de var onların... Yoksa nasıl bu kadar güzelleşebilirler, renk renk, heybetli ve çoşku dolu...
.
Gerçeklikten koptuğum her an, bir ağaca baktım bu dönemde.... Yürürken, oturduğum kafede, ofisin penceresinde... Zamanın aslında bizim sandığımızdan farklı olarak, bir ağaç ritminde geçtiğini hissettim. Rüzgar esti, yaprak kıpırdadı, dallar dansetti... Ağacın gökyüzüne uzanışını izledim. Gövdesinin yaşamla beraber, kabuk bağlayan izlerini takip ettim. Renklerinde çoşkusunu anlamaya çalıştım. Beni en çok onlar sevdi, onlar iyileştirdi sanki...
.
Geçen gün, bir marketin çiçek bölümünde 2 tane bodur bonzai ile tanıştım. Minik, sevimli ve çok yakışıklıydılar... Şımarık mor menekşeler, koket kırmızı açelyalar hiç umrumda değildi. Bu ikisi orada öylece sus pus duruyorlardı. İkisine de gülümsedim. Konuşmadan, beraber eve geldik, onları en güzel topraklar ve saksılarla şımarttım. “Ne gerek vardı, çok teşekkürler” dediler de ben duymadım. Suyu yiyince, kendilerinden geçtiler de sustular. Sabahları benden geç uyanıyorlar. Öyle mutlular sanırım. İskender’le de iyi anlaştılar. Minik kaplumbağam, sabah yürüyüşlerinde onların saksılarının içine giriyor. Sanırım sabah meditasyonu için en uygun yeri buldu...
.
Çatı katındaki odada, minik penceremin önünden onlara bakıyorum her sabah....
Beraber büyüdüğümüzü, beraber zamanın ritmini yakaladığımızı hissediyorum...
ve her sabah hatırlıyorum.
.
Ağaçlar asla korkmazlar....
.
.
.
Yazının ve minik Bonzailerin şarkısı....



(Jai Sri Ram means "Victory to Lord Rama"./ Religious Hindus consider chanting Jai Sri Ram is a way to get rid of anxieties./ Lately it has been used by Hindu nationalists as a slogan in Indian politics.:)