14 Şubat 2011

Sevmek üzerine... 14 Şubat üzerine değil!


14 şubata dair guzel birsey yazmak niyetinde değilim. Sevgililer günü hakkındaki görüşüm, ticari bir kaygı oluşundan öteye gidemiyor malasef... Bu günün anlamı yılın her gününe yayılmalı, her gün en az 5 dakika sevgililer günü kutlanmalı... İçten bir öpücük, kocaman kalpten bir sarılma, belki en samimi duygularla “ iyi ki varsın, çok değerlisin” diyebilmek birine-birilerine, ve göz göze gelebilmek sevgiyle... Hayatımızda en çok eksik olan şey bu belki de... Sevdiklerimizi-varlıklarını onurlandırabilmek... Bunu karşılayacak veya temsil edebilecek bir hediye var mı? Bir yüzük, bir demet çiçek ne kadar yerine geçer birini onurlandırmanın...
.
Bize verilen hayat ve onu yaşarken içini doldurduğumuz öncelliklerimizi düşünüyorum. Önceliklerimiz hep sağlık, huzur, sevgi, barış ile başlarken, tüm bunların yanına-dibine-ötesine ilişen binbir şeyin peşinden koşuyoruz. Koşturmamız arasında asıl önceliklerimiz unutulmuş, ulaşılmamış, sahip olunmamış şeyler olarak kalıyor. Öyle ki huzuru karmaşada, sağlığı sadece sporda, sevgiyi başarıda arıyoruz ve kayboluyoruz. Bunu destekleyen binlerce algı bozucu şey hayatımızın içinde... Televizyon, medya, haberler, twitter, facebook, trafik, kalabalık, reklamlar,.... Geçenlerde tam yemek saati televizyonu açmış bulundum. Bir trafik kazası haberinin karşısında yemek yiyordum. Sonra bir anda durdum. İzlediğim bir film sahnesi değil, gerçekti! “Kaza olmuş, yazık” diyerek geçiştirmek, yabancılaşmak, insanlığımdan uzaklaşmak olası bir uyuşma haliydi... Televizyonu kapattım, yemeğimi de bitiremedim. Sosyal medya kanallarında insanların yazdıklarını okuyorum sık sık... Birisi nezle olmuş, diğerinin doğum günü kutlaması var, birisi birşeye kızmış... Yorum yazanlardan biriyim bende bunlara.. Sakın ben yapmıyorum sanmayın... İki klayve tuşuyla birinin kuru kuru dogum gününü kutlayıp, digerine geçmiş olsun ve öbürüne “kızma bu kadar” diyerek sanal sosyalleşmenin tutuk, tatsız, insani olmayan bir yanını hissediyorum her gün... Daha az yazıyorum o yüzden... Herkes bir marka, bir iletişim mecrası olma yolunda... Videolar, özlü sözler, tatilde çekilmiş fotoğraflar paylaşarak “burdayım” diyor. İnsanları tanımanın, neleri sevdiğini anlamanın ve paylaşımların yerini alan bu sanal paylaşımlar bir süre sonra hissizleştiriyor insanı... Bakmaz, ilgilenmez, görmez oluyorsunuz. Herkesin ne çok diyeceği var. Ne çok haber vermek istiyor ne yediğini, nerde olduğunu, ne düşündüğünü... Tüm bunların sonucunda kişi-kişiler hakkında ne öğrenmiş ve neyi paylaşmış oluyoruz.. Ruhunu bilip, bedenen yanyana olup, gerçek paylaşımlarda bulunup-göz göze gelişler yaşadığımız insanlar gittikçe sanal bir karaktere dönmeye başlıyor. Tüm bunların nimetleri olduğuna itiraz edemem ama bizi nasıl içi kof yaptığını da görüyorum.
.
İçi boşalan herşey anlamını kaybediyor. Sadeleşmek, azalmak yolunda kalabalıklaşıyor, yoruluyor, işin içinden çıkamıyoruz. İçimizde ne yaşıyorsak, dışımıza da o yansıyor. Aynı şekilde dışımızda ne yaşıyorsak içimizde de aynıları yer alıyor. Hissizleşiyoruz.
.
Herkes konuşuyor. Sözcükler çok gerçek enerjiler taşıyor. Bu çağın en değerli anahtarı ses- yani seslendirdiklerimiz... Politikacıların, siyasetçilerin bunca konuşması, tartışma programlarının bu kadar çoğalması bu yüzden... Şarkıcıların çok ünlenmesi bu yüzden... Sosyal medyanın insanları her alanda konuşacak-seslenebilecek ortamlar yaratması bu yüzden... Hepimizin cep telefonu olması bu yüzden.... Blogların çoğalması bu yüzden.... Yazılı t-shirtlerin olması bu yüzden.... Sokaklarda dikkatimizi çeken reklamların-panoların-tabelaların çoğalması bu yüzden.... Herkesin bu sihirli, değerli, enerjisi bol- taşıyıcı sesi- bir mesaja-bin mesaja çevirerek tüketmesi bu yüzden... Doğayı, bilgiyi, erdemi... tükettik, sözcüklerimizi tüketiyoruz şimdilerde...
.
Seslerimiz, söylediklerimiz bizim hakkımızda kişisel bilgiler verirken, hayatımızdaki olumlu-olumsuz enerjileri de taşır. Mutsuz ve öfke dolu sözcükler tüketen bir insanın tüm gün çevresinde gri bulutlar dolaşır. Güzel ve pozitif sözcüklerle gününü süsleyenin güneşi üstünde parlar. Böyledir sesin-sözcüğe dönüştüğü enerji... İnsanı çevreler, etkiler.
.
Bugün hangi sözcüklerin enerjileriyle donatıldığınızı veya hangi enerjiyi söze dönüştürerek onun enerjisiyle dolaştığınızı bilmiyorum. Ama madem bugün sevgililer günü... Sevgi hakkında birşeyler hatırlayalım... Sözcükleri usul yerini bulsun diye tüketmeden, içini boşaltmadan kalbimizin sesini....
,
Şu an kimi–neyi düşündüğümüzde sevgiyle doluyor yüreğimiz... Sessiz, sözsüz, yazısız, mimiksiz... sadece düşünüp, hissedelim, dolalım o sevgiyle ve gülümseyelim belki...
.
İyi ki var diyebilelim gönülden... Teşekkür edebilelim varlığına, varlıklarına... ve bu duyguyu bize yaşatan her tür nedene, olaya, paylaşılana... Yüzleri, siluetleri, hayatımızdaki konumlarının ötesinde yüreğimize dokunuşlarını hissedelim... Sevgiye, bir oluşumuza varalım sonra.... İçi tekrar dolsun “sevgi” sözcüğünün ve sevmelerin... Mümkünse böyle kalsın, hiç boşalmasın, sadece Şubat ayına denk gelen bir güne sığdırılmasın sonrasında... 365 gün/ günde 25 saat hissedebilelim sevgiyi, sevildiğimizi.....
.
Sevmek, çok değerli ve güçlü bir titreşime sahiptir. Önce sevmelerimiz bizi sarıp sarmalar, sesli olarak söze dönüşmese bile, hisseder o an bunu sevilen her zaman....
.
.
... İyi ki var’sın...
iyi ki var’lar....
.
Brajeshwari / 14.02.2010
.
.