05 Temmuz 2010

YaĞMuR / Yola hazırlıkta yaşananlar 04


Uykularım düzensiz... Yaklaşık bir aydır yaşanmayan bir evde, toparlanmaya çalışıyorum. Sürece göre hızlı toparlanıyorum hatta... Bir an önce bu düzensizlikten çıkmak tek dileğim... Evde kutular tam bir koridor boyu duruyor. Attıklarımı söylemiyorum bile... Dokunduğum herşeyi elime alıyorum, yerleştirirken soruyorum. Neler buluyorum bir bilseniz... Hiç o dolaplara girmeyecek şeyler var, kaybettiğimi sandığım bazı şeylerle karşılaşıyorum bazen... ve ben bunları yaparken, içimde hayatımda da nerelere dokunuyorum kimbilir...

Yaşama alanlarımız kendi auralarımızın içinde... Yatak başı, diğer odadaki kütüphane ile sırt sırta dayanmaması gerekliydi. Böylece uyku daha derin olur diye öğrenmiştim. Ama yatağı başka şekilde konumlandıramamıştık. Tüm uykularımda uçtuğumu gördüm sıklıkla... Kütüphanemde yogayla, metafizikle ilgili kitaplar vardı diye belki de... Mutfağım hep yaşanır ve düzenliydi. Orası yemeğin yapıldığı yer... Bereketin, aile birliğinin bir tutulduğu özel bir alan... Ne garip, herşeyi topluyorum şimdi... İçimdeki anlamlarını kaybediyor dağınık oda, mutfak ve ben garip bir şekilde yaşayamıyorum evin içinde...

Yemek yemem lazım... Ama saat çok erken... Biraz daha dayanayım, dışarı çıkar yerim diyip, atıştırmak için minik birşeyler bulmaya mutfağa gidiyorum. Mutfakta ilgimi bir torba dolusu açılmamış haribo paketi çekiyor. Güya kendimi ödüllendiriyorum. Aç karnına haribo yemeyin sakın, şeker komasıydı yaşadığım sanki, ter basıyor beni, koltukta uyuya kalıyorum. Kalktığımda yemek için geç kaldığımı fark edince, kızıyorum kendime... Haribonun etkilerini azaltmak için duşa giriyorum. Çıktığımda deli gibi yağmur yağıyor. Saçlarım ıslak ( yağmurda ıslanmış gibi görünür düşüncesiyle) öyle kurutmadan sokağa atıyorum kendimi... Yağmur o kadar güzel yağıyor ki... Yürümeye karar veriyorum. Sitenin içersinde ağaçların arasında yürüyüş yollarında kaybediyorum kendimi... Doğa nasılda sakinleştiriyor beni... İçimdeki düzensizliğin hepsi yok oluyor. O an yağmurun altında, evde, kutuların arasında olmaktan daha huzurlu olduğumu hissediyorum. Hem sitenin bahçesine de veda etmiş olurum diyorum. Yol boyunca kimse karşıma çıkmıyor. Evlerin içine takılıyor gözlerim... Bibloları yerli yerinde, köşe ışıkları evdeki huzuru hissettiriyor. Büyük ihtimalle yemekte yemişlerdir diye, kıskanıyorum onların yemek rituelini... Evimde huzurlu düzenimi özlediğimi hissediyorum. Herşeyin çok güzel olacağını bilsemde, söylenmek için susturulmadan söyleniyorum işte... Bu çünkü yaşadığım... kendime konuşuyorum.

Sitenin köşesindeki Starbuckstan kahve almaya karar veriyorum. Tabi genç nufusun hepsi kolsuz tshirtler, açık ayakkabılarla oturmuş, dışarıdaki yağmuru izliyor. Ben puantiyeli plastik çizmelerim, yağmurluğum ve kedi kulaklı şemsiyem ile içeri girdiğim gibi uzaylı bakışlara maruz kalıyorum. İçimden “ne bakıyorsunuz, dışarıda yağmur yağıyor” demek geliyor. Kahvemi alıp, yabancı bakışlardan uzakta olmak istiyorum. Ben yaz mevsimini hissetmiyorum, eskisi gibi o mekanın sahibi gibi de hissedemiyorum kendimi artık...

Kahvemi aldığım gibi, evin yakınlarında, ağaçların arasındaki bir çardağa doğru yürüyorum. Bank ıslak, ben ıslak, şemsiyeyi omzuma dayıyorum. Oturup gözlerimi kapatarak dinliyorum. 2 haftadır koşturmacadan yoga yapamadım, bu an kaçmaz diyip gözlerimi kapatıyorum. Yağmurun sesiyle meditasyon kendi kendine başlıyor. Onun için dışardayım sanki... Doğayla eşleştirmek için bozulan enerjimi... ipodumdan yağmura uygun bir muzik seçiyorum. Yağmur sesini duyduğum anlar geliyor aklıma... Yoga merkezinde bir kutlama var ve dans ediyoruz bu şarkıyla, dışarıda yağmur yağıyor... Başka bir an geliyor sonra aklıma, tam derste dinlenmeye geçtiğimizde müziği kapatıp, pencereleri açıyorum, çünkü dışarıda yağmur yağıyor... Arabayla işten dönüyorum, yağmur yağarken sesli sesli bu şarkıyı söylüyorum.... Evdeyim, özene bezene yemek hazırlayacağım, bu şarkının olduğu cd’i takıyorum... Hatırlıyorum. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Hocamın dediği gibi ‘Duygumu yaşıyorum’, baskılamıyorum kendimi... Sonra üzerimde derin bir gevşeme hissediyorum yağmurla beraber... Gülümsüyorum... İşte o an gökyüzünde çakan bir şimşek, kapalı göz kapaklarımın arkasından ışık olarak ürpertiyor beni... Bana mı işaret bu ışık, dediğim oluyor. Neye duygulanırsam duygulanayım biliyorum herşeyin iyi olacağını... Doğru mesaj içimden geliyor.

Diyor ki okuduğum metinde, önünüze çıkan herşey sizsiniz. Sizin başka yüzleriniz... Onları affettiniz mi, barıştınız mı... Bunu görmek için gelirler tekrar karşınıza... Bitirdiniz mi öfkenizi, sevgiyle kabul ettiniz mi o yüzlerinizi... Ne garip, önüme çıkmış olanları özleyeceğimi düşündüğüm için duygusallaşıyorum ben... ve aslında neyi kucaklayacağımı bilmediğimden belki de boşaltıyorum dolaplarımı, yırtıyorum günlüklerimi, böyle hazırlıyorum kendimi... Boşlukta ferah ferah buluşalım diye... ve tüm yaşadığım duygusallığın bir yanılsama olduğunu da o kadar iyi biliyorum ki... Bunu yaşamazsam, izin vermezsem temizlenmeyeceğimi de biliyorum... İzin veriyorum, boşalttığım dolaplar gibi, içimde de temizlenmek istiyorum...

Bir saat yağmurun altında zaman geçiriyorum. Sessiz, sakin ama huzurlu... Hazır hissettiğimde evin yolunu tutuyorum.

Kapıyı açıp, içeri girdiğimde artık kendimi daha iyi hissediyorum.
Yağmur hala yağıyor...

.

.

Brajeshwari /05.07.2010
.
Yağmurla beraber bu şarkıyı dinledim. Tık !
Krishna Das / Baba Hanuman

03 Temmuz 2010

Azalarak, çoğalmak.../ yola hazırlık yazısı 03



Okulda ödevimiz bir sketchbook hazırlamaktı. O zamanlar ağaçları çizmeyi ve yazılar yazmayı seviyordum yine... Her gün bir ağacın çevresinde olan şeyleri çizip, yazılar yazıyordum sayfanın bir köşesine... Ağacın yaprakları bazen yeşil, bazen sarıydı, bazen tek renk tükenmez kalemle çizilmişti. Elimde renkli renkli kalemlerim, başka başka derslerde, serviste, yatmadan önce devamlı sketchbook ile uğraşıyordum. Son gün geldiğinde, okulun kantininde oturmuş son sayfayı bitirirken, elim defterin yanında duran kahveye vurdu ve tüm sketchbook kahve içinde kaldı. Kurtaramadım onu ıslanmaktan... Defteri aldığım gibi tuvaletteki el kurutucunun altında kurutmaya çalıştım, bir yandan da telaşla selpaklarla kahvesini sildim... Dalgalı bir sketchbook oldu benimkisi, öyle de teslim etmek zorunda kaldım. Teslimden sonraki hafta, hocamız tek tek ödevlerimizi eline alıyor, sayfaları gösteriyor, görüşünü bildiriyor fakat bir türlü sıra benimkine gelmiyordu. Ben huzursuzlanıyor, utanıyor, sıram gelince söylenebileceklerden endişe ediyordum. En sona kalan defterimi, kıvrılmış haliyle tanıyabildiğimden, korkum git gide daha da artıyordu. Hocamız “Ve en sona kalan ödeve geldik” dediğinde kendimi yerin dibine girmek için hazırlamıştım. Hocamız “İşte bu” dediğinde, dalga geçiyor sandım. “İşte bu yaşayan bir sketchbook...” gözlerim kocaman olmuştu. “Boyaları akmış, okunur okunmaz yazılarda yaşanmışlık hissediliyor, kahve nedeniyle zeminin bazı kısımlarında doku oluşmuş ve sayfalar çok güzel güzel kokuyor, başka bir boyutta da duyu organlarına da hitap ediyor böylece, koklayabiliyorsunuz”... Şoktaydım ! Günlerce lanet ettiğim o dökülen kahve, bir mucize olmuştu şimdi gözümde...
...

Taşınmanın en önemli detayıymış kutular... Kutuların arasından yazıyorum bu yazıyı...

Siyah çöp poşetlerim, kutulardan daha hızlı doluyor. Atıyorum bir yandan.... Bu hızla giderse, bir sırt çantasıyla tatile çıkabilecek biri olabilirim (!) Bir düzine günlük, bir torbanın içinde... Bakışıyoruz yılların hikayeleriyle.... Atmaya karar veriyorum hepsini... Sayfaları okumaya başladıkça, bu kararımın çok yerinde olduğunu hissediyorum. Niye saklar insan günlüklerini ? Bilmiyorum. Şimdiki ben bunu bilmiyor. Şimdiki ben geride, kendinden böyle şeyler bırakmak istemiyor. Durdukça bana yük bunlar... Kelimelerin enerjileri güçlüdür. Hikayeler zaten yaşar, yazarak saklamak niye... Yırtmaya başlıyorum sayfaları... Sayfadaki o zamanki sevgilimin ismi ortadan ikiye bölünüyor... ”Kızgınım....” diye yazdığım başka bir sayfadaki cümlenin kalan kısmı yırtılınca, sahip olduğu kızgınlıktan kurtuluyor böylece, “Bugün....” diye yazdığım başka bir cümle, dün olmuş çoktan... Yırtıyorum. İyi –kötü demeden... Yırttıkça, bugüne yaklaşıyorum sanki... Hepsi 4 battal boy çöp torbasının içinde parça parça... Hafifliyorum. O sırada masada bu özel ritüel için doldurduğum bir kadeh şarap evdeki dağınıklıktan kolumun çarpmasıyla dökülüyor, tam da çöp torbasının üstüne, parçalanmış kağıtların üstüne... Gülümsüyorum.... Şimdi daha anlamlı oluyor yaşanmış sayfalar...

Mektuplara geçiyorum. Ne kadar çoklar. Soru yine aynı, niye sakladım bunları? Hatırlamıyorum bile bazılarının yazarlarını... En yakın arkadaşımın yazdığından, hayatını kaybeden eski sevgilimin yazdıklarını ayırt etmeden yırtıyorum. Hırçın değilim yırtarken, aksine yırttıkça sahip çıkıyorum bende kalanlara... Yırttıkça hepsini özgür bırakıyorum kelimelerin... ve bir kadeh şarapta onların üstüne döküyorum. Tüm yaşananların, paylaşılanların şerefine.... Uçak biletleri, kartpostallar, otel broşürleri, saklanmış şampanya mantarları da keyifleniyor sanki şarabın tadıyla... Kırmızı kırmızı lekeli şimdi çoğu, hepsi hala canlı ve en önemlisi gerçekten onların hepsi yaşandı.

Bu gecelik toplama, kutulama işim bitince koltuğa oturuyorum. Elimde boşalmış bir şişe şaraptan, benim hakkıma düşen bir kadeh şarap... Nelerle vedalaşırım salonda diye etrafıma bakıyorum... Gitmesi gerekenler konuşuyor adeta... Tamam diyorum, yarın sizinle de vedalaşırız. Görevleriniz bittiyse, sizi tutmanın veya size tutunmanın bir gereği yok...

Bugünü saklayıp dünü biriktirerek değil, bugünü yaşayarak tüketmeli şimdi... Bir hafta boyunca atma, kutulama işim devam edecek. Boşluklar yaratıp, nefes alacağım derin derin... Bende kalanların varlığını bilerek havalandıracağım anıları ve yaşamı... Hepsi zaten benimleyken, saklı kutularından özgürlüklerine yolculayacağım... Daha çok seveceğim şimdi sahip olduklarımı...

Bende kalan tüm an(ı)lara,
bugün vedalaştığım herşeye,
yeni gelecek olanlara
azalarak çoğalmaya
kaldırıyorum elimdeki bardağı...
.
.
Brajeshwari / 03.06.2010

____________________
Bu şarkı şaraba eşlik eder.
.
"naci en al amo(r)
naci en al amo(r),
no tengo lugar
no tengo paisaje
no tengo patria..."
.
Aşktan doğdum / Aşka doğdum
Hiçlikten geliyorum
Ne bir yerim var
Ne de vatanım

.

.
“Naci en Alamo” Yasmin Levy yorumuyla / indirmek için tık!