08 Haziran 2010

Hatırla !



İnsanın kendine en uzak mesafesi yine kendisidir. En yakın mesafesi de elleriyle uzanabildiği, gözleriyle görebildiği ve kulaklarıyla duyduğuna yaklaşabildiği kadardır.

İnsan en çok bedeniyle ilgilidir veya bedensel varlığıyla... Bedenen sağlıklı olmak ister. Karaciğeri sağlam olsun, elleri tutsun, hastalanmasın... Güzelliğine düşkündür, bakar kendine... Bu güzellik onu sosyal ortamlarda da var kılar. Diğer insanlardan belirgin farklılıklar yaratır.

İnsan mutlu olmak ister. Şüphesiz, doğru, sürdürebilir mutluluklar ister hayatında... Ne ile tam mutlu olur insan, bilinmez. Bir mutluluk yetmez, diğerine koşabilir, o da yetmez mutluluğunu büyütmek için koşmaya devam eder. Elindeki mutluluklardır sermayesi, sermayesini yatırır karşılaşacağı risklere rağmen... Riski göze alır, acıyı çeker, mutluluğun acıdan geçtiğine inanır bazen...

Dışarıya bak... Bir sürü insan.. Bir sürü sen... Bir sürü ben...

Birbirimize benzeriz, ne kadar farklı kılmaya çalışsakta kendimizi aslında... Sosyal statülerimiz, saçımız, rengimiz, cebimizdeki farklı miktarlarda para, sağlıklı, genetik olarak daha güzel oluşumuz farklı kılmaz bizi birbirimizden, hayatla savaşsakta, daha farklı, daha yüksekte, daha mutlu olmak adına...

Sıradan olmaktan korkarız. Sıradanız oysa hepimiz, çabalama..

Unuturuz kendimizi... Üzerimize giydiğimiz giysilerimiz, etten giydiğimiz bedenimiz, egomuz, yaşamı sürdürebilirliğimizdir tek derdimiz...

Spor merkezinde anket yapılıyor. Göz atıyorum.
Bir soru gözüme çarpıyor.

"Aşağıdakileri sizin için önem sırasına göre sıralayınız."
Sağlığım / Vucudumla barışık olmak / Zayıflamak / Güçlenmek / Spor yaparken
sosyalleşmek / ....

Düşünüyorum. Hepimiz önem sırasına göre sıralıyoruz hayatı... Öyle dayatıldığı için belki de... Hepsi eşit önemli olsa, olmuyor. Güzellik denen kavram formatlanıyor, önümüze sunuluyor. Güç, herkesin sorunu.... Sosyalleşmek, yalnızlığa bir çare... Sağlık peki, gerçekte sadece hastalanmamak mı?

Giydirildik bedenlerimizi, yaşamayı öğrenmeye koyulduk. Varolmak için savaştık, ayakta kalmak için olmamız gerekeni olduk, sağlığımızın farkındaysak birşeyler yaptık, yapmaya uğraştık.

Unuttuk...Hangisi önceydi. Hangisi daha önemliydi.
Hepsi birbirine bağlıydı aslında..

Bedenimiz, sağlığımız, hayattaki varolma savaşlarımız elbette önemlidir. Ama hep koşuyor gibi değil miyiz? Bir yerde cevabı aramıyor muyuz? İpuçlarıyla cevaba yaklaşmaya çalışmıyor muyuz? Bazen soruyu unutmuyor muyuz? Onların üstüne yeni sorular üret miyor muyuz?

İçimizde bir yerlerde fısıltıyı duymuyoruz, duyamıyoruz.
Yavaşlamalı şimdi... Kabul etmeli sıradan oluşumuzu, aynılığımızı...
Cevaplara değil, ilk sorduğumuz soruya baştan geri dönmeli şimdi...

Hangisi önemli? Hangisi ilk önemli olan ve böylece ardından diğerlerini doğru sıralayan...

Hatırla.. Özünü, nefesini, kalbindeki bilgiyi... ve içinde sana sesleneni...

Soruları düşününce, aklıma geçenlerde meditasyon ile ilgili okuduğum bir yazı geliyor. Meditasyon sırasında katılımcılara kendilerini içinde huzurlu hissedebilecekleri, sadece onlara ait olan bir oda hayal etmeleri isteniyor. Katılımcılar mutluluk içinde meditasyonu bitirdikten sonra, sırayla odalarını anlatıyorlar. Odalar çeşit çeşit.. Duvarları camdan, denizi görüyor bazısı... Bazısı tahta merdivenlerden iniyor odaya, verniklenmemiş tahta trabzanın kıymığı batıyor eline... Bazısı hafif bir çan sesi duyuyor içeride... Hepsinde aslında bildiği, tanıdık bir yere gitmiş hissi var. Yeniden hatırlanmış bir yer orası sanki... O gün huzur dolu ayrılıyor yapılan çalışmadan...

İkinci gün derste yine oda meditasyonu yapılıyor. “Kendinizi odanıza götürün ve bugün cevabını merak ettiğiniz bir soruyu odanın içinde tekrar sorun....” deniliyor. Meditasyon bittiğinde “ sorunuza cevap buldunuz mu?” diye soruluyor... Genelde cevaplar “ Soru yada sorun o oda da yok oldu,... odaya girdiğimde soruyu sormayı unuttum,... soruyu sordum cevap gelmeyince, soru bir anda uçtu ve gitti... Soruyu sorduğumda, önce huzursuz hissettim kendimi, sonra içimde soruya yüklediğim sıkıntının kaybolduğunu -ferahladığımı hissettim....” oluyor.

Üçüncü gün yine aynı meditasyon yapılıyor. Meditasyon sonunda yeni soru;“ Oda da hangi duyguyu en yoğun hissettiniz”. Cevaplar çoşku dolu oluyor. “Huzur, mutluluk, zamansız bir genişlik, bedensizlik, rahatlık, hafifleme, çoşku ama en çok sevgiyi hissettim...” Çoğu katılımcı anlatırken şeffaf göz yaşları döküyor.

Dördüncü gün yine aynı meditasyona oturuyorlar. Hepsi odaya tekrar gitmek için heyecan duyuyor. Dersin bitişinde meditasyon ile ilgili bu sefer sorulan soru şu... “Şimdi gözlerinizi kapatın, dilediğiniz kadar meditasyonda kalabilirsiniz ve odanıza tekrar gidin, sonra meditasyondan çıktığınızda bir cümle ile odanın nerede olduğunu ve oraya nasıl vardığınızı önünüzdeki kağıtlara yazın, kağıdı katlayıp bu kutunun içine koyun.... Haftaya son dersimiz yapılacak ve yazılan notların hepsi bu panoya asılacak. “

Son derse gelen öğrenciler cevapları okumak için heyecan duyuyorlar.Sessizce sınıfa girmeleri ve panoya baktıktan sonra, yine sessizce meditasyona oturmaları isteniyor. Hepsi panoya sırayla bakıyor ve sadece gülümsüyor...

Eğitmen meditasyona oturmadan önce, katılımcılara şunu söylüyor..

“ Hepiniz oraya giden yolu biliyorsunuz, şimdi tekrar hatırlayın”...
Gözlerini kapatıp, son meditasyonlarını yapıyorlar...

Çalışma bitiyor. Eğitmen çalışmanın bitişinde şunu söylüyor. “Bugün soru yok. Soru hiç olmamıştı aslında... ve daha da önemlisi orası gözlerinize kapatınca vardığınız bir yer değil, aslında orada yaşıyorsunuz hepiniz, bu derslerde meditasyon yapmayı öğrenmedik, hatırladık sadece”...

“Soruları unutun. Gözlerinizi de kapamayın, bakmayın, görün ve hatırlayın..”

Panoda çeşit çeşit el yazıyla aynı şey yazıyordu.
Hepsi en çok sevgiyi hisettikleri, hafifledikleri, soruların olmadığı o yeri ve gidilecek yolu tarif etse de, aslında sadece hatırlamıştı.

.

.

Oda kalbimde, oraya nefesimle gittim...

.
.

.
Brajeshwari / 07.06.2010



yolculuğa çıkarak, hatırlamak isteyenlere minik bir hediye....
.

7 yorum:

beste dedi ki...

gecen seansta ceviri kurbani oldum. ben icinizde iyi hissettiginiz bir yer olarak anladim ve bir turlu bulamadim o yeri! kalbime gittim olmadi, midem olmadi sonrasinda kendime uzulup seffaf damlalar! Meger bir yer dusunmek lazimmis sonra esimle konusurken anladim:) Simdi yerim hazir bakalim ikinci seansta ne olacak:) yazini okumak bile dinginlestiriyor heyecanla ve mutlulukla bekliyorum yazilarinizi:)

Adsız dedi ki...

Çok beğendim yazınızı.Meditasyon böyle güzel hisler yaratıyorsa hemen başlamam lazım.İnanmazdım böyle işlere ama bir bakmakta fayda var.

Brajeshwari dedi ki...

Sevgili Beste, çok teşekkür ederim. Yazıları geceleri yazıyorum, bazen karmaşık ve devrik cümleler kuruyorum sanırım. Ceviriyi yanlış anlamanız sadece sizden dolay değildir belki de..

İçinde iyi hissettigin bir yer aslında aynı zamanda orası:) Sadece odanın duvarlarının olması korunaklı kılıyor belki de derinleşmeyi...

Meditasyonlar zor görünür ama aslinda düşünceyi geri plana atabilirsek, sade, eylemsiz ve kolaydır.

İkinci seansta çok güzel bir odanız olduğunu göreceğinizi ve orada huzurla dolacağınızı biliyorum:)

Blogu okuyor olmanızdan dolayı, bende her zaman çok mutlu oluyorum...:)

Sevgiler...

beste dedi ki...

Ceviri derken sizin yazdiklarinizi kasdetmedim son derece net ve aciklar. Ben fransa'dayim burda bir farkindalik meditasyonu kursuna gidiyorum, hoca orda kendinizi iyi hissedeceginiz bir yer deyince ben icimizde bir yer diye anladim. halbuki bir oda, plaj vs olabilirmis ceviri yanlisi tamamen bana ait:))

kelebeklerözgürdür dedi ki...

aslında hiç böyle bir meditasyon yapmadım. ama yazını okurken o meditasyonu yapanların neler hissediyor olabileceğini anladığımı hissettim. nazmi hocayla enerji seansında benzer bir şey yapmıştık. bir odaya, sadece bana ait bir yere gitmemi sağlamıştı yönlendirmeleriyle. ve ben halen hatırladığımda tuhaf hissettiğim bir deneyim yaşamıştım. gerçekten bir yerde olmuştum o an ve o güne dek aklımın kenarından bile geçmeyen, en azından farkında olmadığım bir halde bulmuştum kendimi orada...ve huzurdu hissettiğim. o an orada "var"ken hiç hiç hiç bir şeyin o an kadar anlamlı olmadığı duygusu hakimdi. tüm anlamlar, anlamsızlıklar, söz dizimi ile iletilebilecek şeyler erimiş yok olmuş, sadece varolmak tüm evreni en ufak iğne deliğine dek kaplamıştı ve başka hiç bir şey o varoluş anından ayrışıp kendini dayatabilir veya akla gelebilir değildi. kısacası "tam"dı olan. acaipti :) çok şaşırmış, çok haz almış, çok tam, huzurlu, merkezde hissetmiştim. sanırım yazıda bahsi geçen meditasyon oraya götürüyor. beni oraya götürürdü yani :) ve evet. hep orada, nefesin ucunda bir yer. hepimizin odası, yeri, gerçek varoluşu, adı her ne ise. sadece durmamız gerek bir "an". o kadar basit, bir o kadar zor olan.

namaste :)

Selen dedi ki...

Hayat ne ilginc.. Bu oda meditasyonunu gecen Cumartesi yaptik biz de. Devami bu hafta gelir mi bilmiyorum ama butun hafta zaman zaman odamin detaylari geldi gozumun onune. Dort kere okudum yazini, aklima kazimaya calisiyorum odamin yolunu ki hic unutmayayim :)

Yazin benim dongumu tamamladi, nasil minnettarim bilemezsin. Bazan sadece benim icin yaziyormussun gibi hissediyorum :)

sevgiler

sufi dedi ki...

Kalbimizdeki odaya nefesle gitme çalışması an gelir dostların gönüllerine seyahate dönüşür.Gün gelir dost olmayanların bile gönüllerine sevgi tohumları ekebilme kudretine ulaştırır insanı.Aslına ASIL olana yolculuğun ilk adımlarıdır bunlar ve sonra görülür ki (dilerim)çokluktan tekliğe tamamlanmış yolculuklarımız.Sevgilerimle gönül kuşu.