28 Şubat 2010

Afrika'da Yaşar Zürafalar




Yarın çocuklara vereceğim derse hazırlanıyorum. Bir yandan da yeni bulduğum müzikleri dinliyorum. Mola verdiğimde blogları dolaşıyorum. Sevgili Evren, Oyun ve oyuncak üzerine bir yazı yazmış. Bir nedeni vardır bunu görmemin diyerek yazıyı okuyorum. Son cümle beni düşündürüyor. Şöyle yazıyor. "We do not stop playing because we grow old, we grow old because we stop playing" ..
.
Büyümeyi, öğretileri, hayatın getirdiklerini, tüm bunlara karşılık çocuk ruhunu, onların tertemiz algısını, bir zamanlar bizim de nasıl çocuklar olduğumuzu o kadar çok düşünüyorum ki son zamanlar... Aynı gün hem çocuklarla yoga yapıyorum ve bir kaç saat arkasından yetişkinlerle... Çocuklarla herşey oyunun içinde, yetişkinlerle ise gerçeğin peşindeyiz. Çocuklarla parmak ucuna çıkıp, kollarımızı kaldırıp zürafa oluyoruz. Zürafa ağaçlardaki yaprakları yiyor ve biz eğleniyoruz. Yetişkinlerle aynı harekette; omuzları ve sırt kaslarını esnetiyoruz, baldırlar ikinci kalp merkezi, bu hareket bacaklara kan pompalıyor ve parmak uçları ile yürümenin, kanıksadığımız yürüme stilinden farklı oluşu nedeniyle farkındalığımızı arttırdığından bahsediyoruz.
.
Zürafalar mı?
Onlar Afrika'da yaşıyor...
.
Büyükler de çocuk yogası dersi alsa ne güzel olur. Derslere girebilseler; güzel bir kitabı bitirmiş, filmdeki kahramanda kendini bulmuş ya da bir kişisel gelişim seminerinde kendi hakkında bazı cevaplara ulaşmış kadar mutlu olabilirler.
.
İşte bu nedenlerden dolayı; dersi versem de, en çok kendim için o derslere girdiğimi iyi biliyorum :)
.

Şimdi yaşı büyük çocuklara bir şarkı hediye etmek istiyorum.
Hatırlasınlar, eğlensinler ve çoşabilsinler diye...
arada alkış tutmayı unutmayın :)
Sevgiler...



24 Şubat 2010

Zihin Maymuna Benzer !


Kulaklarını çekip, dilini çıkar dışarı... Şimdi kulaklarını bırak, dil içeri... Minik maymun seni !!

Kaç maymun var içinde... Kaçı zıplar, kaçı daldan dala hoplar, biri diğerini dürter, diğeri şakacıdır... Hiç durmaz onlar...

Kulaklarını çekip, dilini çıkar dışarı...Şimdi kulaklarını bırak, dil içeri... Minik maymunlar olduk şimdi diyorum kreşte çocuklara... Yüz yogası eğitiminde öğrenmiştik. Dil dışarıya çıkabilen tek kasımız. Dili dışarı çıkarmak yüzdeki mimikleri rahatlatırken, çenemizde konuşurken yüklenen enerjiyi veya çenemiz kilitlendiğinde oluşan duygusal kasılmayı dışarı salmamıza yarıyor. Aynı zamanda uyurken çenesini kilitleyip, dişlerini gıcırdatanlar için iyi bir çene egzersizi... Küçük yaşlarda dil gelişimi sorunlarında terapiler uygulanıyor. Çocuklar bu anlamda çok yararını görüyor bu egzersizin... Kulakta insanın bağırsağı, kalbi, karaciğeri ile ilgili noktalar ve meridyenler bulunuyor. Kulağı çekmek, aynı zamanda hem bu organlara masaj uygularken, strese dayalı baş ağrılarını da geçiriyor. Ama bırakın tüm bu yararları biz sadece Maymun taklidi yapıyoruz aslında.... Birkaç dakika bu pozda kalınca gözlerimiz yaşarıyor, bu gözyaşları kendi halimize gülememekten olabilir ya da göz yaşıyla toksin atıyoruzdur, kimbilir... Çok eğleniyoruz. Dili ve kulakları bırakınca, bir enerji geliyor üstümüze...


Aynı günün akşam saatleri büyüklerle yoga dersindeyiz. Sabah çocuklarla yaptığımız maymun hareketi aklıma geliyor. Bu derste de zihin durmuyor, aynı bir maymun gibi... Dersteki derin konsantrasyon anlarında zıplıyor, hareket ediyor, bir geçmişte, bir gelecekte devamlı... Susturmalı o maymunu, hareket etmesin, zıplamasın ordan oraya demek istiyorum, ama olmuyor. Sonunda doğru cümleyi buluyorum. Maymunu bırakın , özgür olsun. Bunu söyledikten sonra artık aldığımız nefesin sesini duyabiliyoruz. Maymun özgür !

3 maymun gibi yaşıyoruz... Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Duyu organlarımızı bile inkar edercesine... Günlük kahve molalarımdan birindeyim. Yan masada 3 genç oturuyor. Onları duymamak elde değil. Birini çekiştiriyorlar. Normaldir diyorum, hatta gülümsüyorum. Kızlardan biri Hayatının ilk kazığını yediğini anlatıyor, hararetle... İyi tecrübe diyorum içimden... Biraz zaman geçiyor. Masalarına yeni biri katılıyor. Biraz önce hakkında konuştukları kişi bu, fakat masa da konuşulan herşey şimdi çok sevgi dolu... Komik geliyor. Nasıl birbirimizden besleniyoruz. Alıyor, veriyor, eksiltiyor, çoğaltıyor bazen başakalarının yaptıklarından yara alıyoruz...

İnsanlar olarak ancak insanlarla tanımlı kılıyoruz kendimizi... Ayna gibi... Böyle öğrendiğimiz için belki de... Sevginin, mutluluğun, öfkenin karşısında hep bir insan yok mu hayatımızda? Gülümsememizin nedeni bizi mutlu eden biri... En büyük korkumuz ise yanlız kalmak, kaybetmek sevdiklerimizi... Onay bekliyor başardıklarımız..” ne güzel, ellerine sağlık, harikasın... “

En unutamadığımız anın içinde bile bir insan gizli... Kızgın olduklarımız var bir de... Affedemediklerimiz, durup durup öfke yüklendiklerimiz... Bize kıyanlar var sonra, çelme takanlar hayatımıza...

Böyle gidiyor liste... İnsanlar var hayatımızda... Beslendiğimiz, eksildiğimiz, çoğaldığımız beraber, hayatımıza giren, var olan veya çıkarttığımız... Hayat böyle geçiyor, yatay enerjilerle beslenerek... Alarak, vererek...
\
Bir de dikey bir enerji var.
Hep dolan, hiç eksilmeyen... Hep akan, hiç durmadan tamamlanan...

Karşımda oturan biriyle sohbet içindeyiz, ben binbir duygunun içinde dönüp dururken, bir an eksildiğimi, bir an çoğaldığımı, başka bir an kızdığımı hissettiğim zaman artık içimden akan enerjiye dönüyor algım... Sonsuz kaynaktan akan o enerjiyle dolduğumu hissediyorum... Ne eksiğim, ne fazlayım... Tamamım. Tam`ım aslında...
.
Hissettiğim tüm duyguların nedeni zihnimdeki yerinde duramayan, şakacı Maymunun eseri... O aslında sadece oyun oynamak istiyor. Öfke, kızgınlık hep onun oyunda elde edemedikleri yüzünden... Şakacı bazen, bazen de vurdumduymaz oluyor... Bazen sevilmek için yapmadığını bırakmıyor. Sevilmediğinde hırçınlaşıyor. Elinden birşey alın, hemen saldırganlaşıyor... Sizi devamlı o daldan bu dala , geçmiş pişmanlıklarından, gelecek korkularına o taşıyor...
.
Ne zaman yatay enerjiye saplansam, algımı değiştiriyorum artık...
Bizi besleyen, yaşatan, var eden , o güzel enerjinin akışını hissediyorum her nefesimde...
Tam başın üstünden geçiyor o enerji... Kalbimde yuvalanıyor, tüm hücrelerimi doluyor..
Ve Maymunu özgür bırakıyor...




14 Şubat 2010

Sakın nefesini vermeyi de unutma !

Korsan / Doğçev Kedi Evi

Belli tanımların içinde, çok iyi bildiğin bir konunun içindesindir. Sözcükler dökülürler, gün be gün bir bilgi üstüne eklenir, uzar söyleyebileceklerin... Ama bir an gelir durursun, bir soru doğar ve cevabın içinde güzelliklerin seni beklediğini görürsün...




Yoga matımı yine aynı yere serdim. Yeniden... Yeni bir sınıf...
Nasılsınız? dedim..

Cevap; bel fıtıkları, boyun kireçlenmeleri, dizlerde menisküs....
Bir de kocaman açılmış gözler...
kıpır kıpır, içlerinden sorular soruyor hepsi besbelli...

İlk önce Nefes dedim...ve başladım uygularken anlatmaya... Acelem yok.
Nefes... Hatırlatılmalıydı sıkça... Al nefes / ve ver nefes... Unutma...
Vucut kapanırken nefes ver, ve şimdi açılırken al kocaman, dolaştır nefesi tüm vücudunda...
Nefes al, omuzlar rahat...
Nefesini sakın tutma...



Nefesi deneyimledik beraber ve dersin son dakikalarına geldik... Uzandık matlara ve nefesimizi dinledik... Teslim olduk hepimiz, en çok engel olduğumuz kendimize, düşüncelerimize... Geçmişin hatıraları yok oldu, geleceğin kaygıları... Hepimiz o 'an' nefesin büyüsüyle, oradaydık. Artık dışarıda hiçbirşey yoktu ve içeriye dönmüştü hepimizin bakışları...

Nefes almak, doldurmak; oksijen ile şarj etmek organları.... ve Nefes vermek, temizlenmek.... Temizlemek; kaygıyı, öfkeyi ve tüm biriktirdiğimiz karanlıkları... Nefes bir anahtar... Zamanın anahtarı... Şu an’a çıkan kapı... Nefes, Sevgilinin bize selamı...

Ve Nefes. evrenden tüm iyilikleri içimize doldurduğumuz... Taşıdığı güzellikleri ile geldiğimiz yeri hücrelerimize hatırlatan... Neler yüklü içinde... Neler taşır bize ve nasıl can verir vucudumuza, varoluşumuza... Bir sır, ama aslında gerçek bir hediye...

"Sakın nefesini tutma" diyoruz ya, saklamak istiyoruz o enerjiyi içimizde sanki !

Nefesle dolduruyoruz o sırrı bedenimize, peki ya nefes verişimizde ?

Nefesi vermek, bırakmak... Öfkeyi, korkuları, kirli olanı... böylece kabul etmek yaşananı, teslim olmak hayata ve akışa... Nefes vermek temizlenmek; bedenden ruha...

(Sakın nefesini vermeyi de unutma ! )
.

O an işte durdum ve sordum.

Aldığımız nefes bunca değerli, doluyor, can veriyor, hayat katıyor da, verdiğin neden aldığımız nefes kadar değerli olmuyor ?
...
Aynaya bakın. Sevgilinizin gözlerine... Evinizdeki detaylara... Sokaktaki somurtan insan yüzlerine.. Neyi göremiyoruz? Ya da neyi görmek için bakıyoruz?
.
İşinize bakın... Yarattıklarınıza bakın... Hayata katkınıza... Ellerinizi tutanların avuçlarının içine... Buldunuz mu?
.
Sözcüklerin içinde aradığımıza bakın... Adımlarınıza bakın... Yolunuza... Vardınız mı cevaba?
.
Göz göze gelişlerinize bakın... Dokunduğunuz tenden size akanlara bakın... Dudağınızın köşesine konan tebessüme bakın... Buldunuz mu orada?
.
Birşeyi alırken kabul edişinize bakın...
Birşeyi verirken gönlünüzden geçenlere bakın...
Cebinizde sakladıklarınıza bakın... Kalbinize bakın...
Sözlerinizin içine bakın...

Terazi kefesine tartarak, hesap ettiğiniz değerlere bakın..
Koşullarla sınırladığınıza, korkularınıza, anlaşılamayan öfkenize bakın...
.
Neden savaşıyoruz?
Anlaşılamıyoruz?
Ayrı düşüyoruz?
Hastalanıyor ve gün geçtikçe mutsuzlaşıyoruz...
Neyi arıyoruz ?
.
Hepimiz ince sicimlerle bağlıyız aslında birbirimize.....
Ve hepimiz aynı kaynaktan nefesimizi doldurmuyor muyuz içimize?
.

..
Nefes aldım...
Tüm güzelliklerle buladım ruhumu, bedenimi... Tanrı’nın hediyesi, Sevgiyi...
Ve sonra aldığım gibi kendimden de tertemiz katıp
verdim tüm nefesimi....
.

Sevgi'liler gününüz kutlu olsun...

.

.

Yarım asırlık 'Nefes'e ' !
Doğum gününüz kutlu olsun ND.
.
14.02.2010 / 05:05