31 Ağustos 2009

uÇuRTma



Saatlerce yürüdüm, gezgindim bu şehirde... Ayaklarımın gittiği kadar yürüdüm. Minik molalar verdim. Tekrar ayaklandım... İçimde kilometreler aştım, arkama bile bakmadım. Amacım ne varmaktı, ne de adım saymak, ben sadece yürümek istedim.


Yolum düşürmüştü yine aynı yere beni… Belki de vardığım hep aynı yerdi, ama her gelişimde biraz daha değişmiştim. Kapısında beni bekliyordu… Kollarını açıp "Gel " dedi... "Gir içeri..."

Girdim...
Aynı huzuru hissettim içeride...
Yıllardır uğradığım Beyoğlu St.Antuan kilisesinde...

Mumların olduğu tarafa yöneldim... " Cebindeki bozuk para kadar dileğin, ne fazla -ne az, ona göre" dedim kendime...

Sıra sıra banklardan beni çağırana doğru ilerledim. Üşüdüm önce sessizlikte... Sonra yavaş yavaş mutluluk ve huzur dolmaya başladı tüm hücrelerime...

Şimdiye kadar içeride edilmiş tüm duaların fısıltılarını duydum içimde... Tüm kalplerin iyi niyetini, tertemizliğini bir de... Duanın içinde durdum, dinledim sessizce... Bende yüreğimi bağlayıp, katıldım tüm bu dileklere...

Oturdum banktaki yerime... 3 tane mum elimde... Hepsi benim için kocaman dilekleri taşıyıp, için için yanacaktı biraz sonra...

Önce ne dilemeliydim bilemedim.
Sonra dinlemeye başladım kendimi istemsizce...
İzin verdim içimden akıp geçenlere...

İlk mumu elimde tuttuğumda kendi dileğini aldı benden bir anda... Bu vardı zaten aylardır aklımda, yüreğimde, yaşamımda...

İkinci mumu elime aldığımda bekledim. O da düştü avuçlarımın içine, elimde tuttuğum mumu, sevip okşadığımı farkettim o anda…

Üçüncü mum en heybetlisiydi içlerinde... Diğerlerinden büyüktü ve belki de en önemlisiydi dileyeceklerim arasında... Bunları düşünürken Teşekkürler dedi içim... 3.mumu şükrettiğim herşey için tutmuştu ellerim... Sıkı sıkı tuttum onu, sağlığa, mutluluğa, sevgiyle çoğalmaya ve en çokta huzura teşekkür ettim...

Mumlarımı, başka birinin dileğinin ateşiyle yaktım. Dilek bile başka birinin dileğiyle yanabiliyordu ne garip... Yerleştirdim diğerlerinin yanına... Beraber yanacaklardı, beraber havaya karışacaklardı biraz sonra…
.

Sağ duvardaki yazıya gözüm ilişti.

Burada yaktığım mum ile…
içimde yaktığın ışığı bana anımsat

İçimdeki sevgiyi yeniden uyandır
İçimdeki her türlü bencilliği, kıskançlığı ve kini yakarak kül et
ve yüreğimi ısıt

Kilisede uzun süre kalamayacağım
bu mumu yanık durumda bırakıyorum
Gün boyunca
duamın sürmesi yardımcı ol...


Gülümsedim… İçimde kelimeye dökemediklerim buraya yazılmış gibi dedim. Yerime geçtim, biraz daha sessizlik ve huzur solumak istedim..

Güneş ışığının vurduğu mineli pencerelerdeki ışığı seyretmeye daldım. Tüm renkler ve ışık içime aktı sanki kırmızı, yeşil, sarı ve mavi... Görüş açımdaki pencerede, bir pencere açık bırakılmıştı. Oradan içeriye gerçek hayatın renkleri sızıyordu. Görüntüde bir çatı vardı, bir de bulutlar bana göz kırpıyordu. Dışarıya doğru daldı gözlerim… Ne bir kiliseydim o anda, ne de o bankta oturuyordum... Pencereden çıkmıştım, bulutun üstünden bakıyordum.

Mumlarıma baktım. Gün boyunca duamın sürmesi yardımcı ol... dedi kalbim..

O anda, bir uçurtma havalandı baktığım o açık pencereden...
ve içeriden, yüreğimden…

Uçurtmanın ipine bağladım hayata dair her şeyi…
Kırmızıyı, Maviyi, Sarıyı ve Yeşili...
diğer ucuna da kendimi bağladım...
bıraktım
ben ve uçurtma arasındaki
tuttuğum ipin kendisini...
.

24 Ağustos 2009

Mutlulukla Beklemek...

Gökçe fülüt çalsın, şarkı söylesin ve ben hep bu güzelliğin fotoğrafını çekeyim...
Dinlemek için tık

Bugun yeni bir hafta başlıyormuş... Yine her sabah olduğu gibi bazen yorgun, bazen de hevessiz zor uyanacakmış ama hemen moodunu değiştirecekmiş bu hafta... Çünkü bu hafta çok güzel bir haftaymış aslında...


Sabah güzel uyanacakmış. Hemen annesinin yaptığı reçellerden güzel bir kahvaltı sonra... Kayısılı reçele soyulmuş badem katan annesinin güzelliğini hatırlayacakmış gülümseyerek...

Yolda bağıra çağıra şarkı söyleyecekmiş arabada, daha da güzel başlamak için güne... Belki de direksonunu tutarken, salınacakmış bedeni iki yana...

Trafik bu mutluluğun şerefine açılacak, park yeri kolay bulanacakmış ... “Ah siz mi geldiniz, buyrun en gölge yer bakın boş.. ”

İşe girdiği gibi telefon çalabilirmiş, oflamayacakmış bu sefer... Bu hafta güzel bir hafta diyecekmiş kelimelerinin arasında telefondaki kadına... "Merak etmeyin işleriniz yolunda... "

Masasının karşısında oturan bilge adam yine susacakmış ama o duyacakmış o sessizlikte onunda mutlu olduğunu... Sessizlikte gülümseyeceklermiş birbirlerine..

Burcu telefonun çalıyor” diye ofisi inleten ama telefonu çekmeyen sekretere kızmayacakmış için için... Bu hafta ona kızmayacak kadar mutluymuş, o masasından çalan telefonu çekmese de koşarmış telefonuna...

Bir bakacakmış saat 11.30 olacakmış yine, “Gün ne güzel akıp gidiyor “ diyecekmiş... Zorlamadan yormadan... Terasa çıkıp Ankara manzarasına bakacakmış, bakarken tüm gördüğü manzarayı mutlu sayacakmış, daha da mutlu olacakmış bunun sonrasında.

Arada işten başını kaldırınca Msn’den sevdiklerine güzel bir hafta geçirmelerini dileyecek, kendi mutluluğundan biraz bulayacakmış onlara da... “ Tatilden döndün mü canım.. ”, “ Kahve mi ısmarlayacaksın yoksa bugün bana ...” , “ Baktın mı çektiğimiz fotoğraflarına...”, “ Nasıl geçti haftasonunuz ...” Hepsi belki de aynı soruyu soracaklarmış konuşmanın ilerleyen dakikalarında. Onun cevabı ise hep aynı olacakmış “ Biraz heyecanlanmaya başladım ben aslında..

Öğle tatilinde yedikleri yemekten sonra garsona bu sefer demeyecekmiş “Çaylar daha önce ikramınızdı ama”, garson kız da o bunu demediği için çayları hesaba yazmayacakmış nasıl olsa...

Öğleden sonra telefonlar çalacak, notlar alınacak, mailler gelecek, gidecek, Burcu üst kat –alt kat arasında dolaşacak ama manzarasındaki bulutlara bakmayı ihmal etmeyecekmiş masasına her oturduğunda... Hayallere dalacak, arada kaçamak gülümseyecek belki minikten gözleri dolacak, sonra mutlu olmaya devam edecekmiş o an, anın iki noktası arasında...

Bu hafta günler böyle geçecek. Burcu yatıcak, kalkacak, düşleyecek... yatıcak, kalkacak, gülümseyecek... yatıcak, kalkacak heyecan ile yollara düşecekti nasıl olsa... Tekerlek dönecekti oraya...

Yolculuğunda ikisinin çocukluk halleri aklına gelecek, içten içe gülümseyecek... Yaptıkları komik kavgaları düşünecek, her şekilde ikiside birbirini çaktırmadan yine affedecekti... Çıktığı yolda, bir anılara dalacak, bir geleceğin hayaline bulanacak ve varmak için sabırsızlanacaktı.

Yollar geçecek, içinden geçen anılar bitmeyecek, heyecan gittikçe artacak ve gece yarısı bir otel odasına varacaktı. Sabah için eşyalarını hazırlayıp, belki de yarım bir uykuya dalıp, güneşin henüz doğmadığı bir sabaha uyanacaktı.

Annesi, babası önceden orada olacak. Karışık duygularla onlar kızlarını, Burcu ablasını, “Anne” olmaya ameliyathaneye yollayacaktı. Bekleyeceklerdi sabırla... O bekleyişte baba olacaktı ameliyattaki heyecanlı bir adam, bir anne artık anneanne, bir baba ise dede ve ben (gerçek bir) teyze... Beklerken oluverceklerdi bir an... Dualarının arasında, anıların arasında, göz göze gelişlerindeki bir anda....

“Anne” ve “kızı” yeni mertebelerini onatırcasına, odaya girdiğinde mutluluk çoğalacak, gözyaşları karışacak, anılara en güzeli eklenecekti hayatlarına... O gün doğan mucizeyle, mutlu olmak için bir artı nedenleri daha olacaktı bundan sonra…

.
.