18 Haziran 2007

Çoçukça Ama...

Aşk ne zaman gelip buluyor insanı... Hiç hesabı yok.. Küçükken çocuklar sık sık aşık olur ya.. İşte onlardan biri de karşınızda duruyor.. Anaokulunda çok sevgili eskittim..

Babam beni anaokuluna bırakırdı. Evde beni giydirir, geniş sokağın ağaçlı kaldırımından sohbet ede ede okula giderdik. Bana ingilizce –almanca şarkılar söylerdi. Bende onları ezberlemeyi beceremez yuvarlayıp, uydurarak ona eşlik ederdim. Anaokulu sokağın sonundaydı. Babam ile okula doğru yaklaştığımızda ben şarkıyı bırakıp, heyecanlanmaya başlardım. Bir çok arkadaşımı giriş kapısında görürdüm ve her hafta babamın elini bırakıp, topuklarım popoma değerek koşararak, bağırırdım... ”Kereeeemmm”..... her hafta yeni bir favorim olurdu.

Babam sınıfa girene kadar arka planda beni izlerdi.. Ben ise artık Kerem’in yanındaydım ya, gözüm hiçbirşey görmez olurdu.. Bu uzun süre devam etti. Babam, kızlarını pek paylaşamayan bir adamdır. O zamandan işinin zor olacağını düşünmüşmüdür acaba..

“Çocukluk aşkı işte” deniyor ama.. Aslında bence o naiflik, büyüdükçe yok oluyor.. Güçlü’nün çocukluk resimlerinden bir hikayesi geliyor aklıma... Sınıfça fotoğraf çektirmişler. Fotoğraf gayet normal... Fakat anneannesine sınıf fotoğrafını gösterirken, parmağıyla yanındaki kızı işaret edip “ bak dizimi değdirdim ben ona” demiş.. Bir nevi diz temasıyla flört ettiklerini düşünerek utanmış sonra...

Ben çocukluğumu çok özlüyorum.. Bazen Annem ve babamın bize hatırlattıkları şeyler oluyor.. Tüm detaylarını merak ederek dinliyorum onları..

Geçen babam anlattı.. Ablam ve beni Anadolu medeniyetleri muzesine götürmüş. Ablam müze gezebilecek kadar büyükmüş.Ama ben babamın elinden tutup, camekan içindeki şeylere bakma sabrımı kaybetmişim. Babamda gördüğümüz herşeyi teker teker hikayelendirmiş, beni dahil edebilmek için..”Bak bununla o zaman çocuklar oyun oynarmış, Bu tokaymış.. bununla saçlarını toplarmış anneleri”... Ben tabi ,hayal gücümü çalıştırdığı için bundan hoşlanmışım. Sorular sorarak ilgilenmişim. Müzenin etkisinden olsa gerek, birkaç gün sonra gözden çıkardığım bir kaç oyuncağımı toplayıp, babamın yanına gitmişim bir beyaz kağıt ile... Ondan dediklerimi yazmasını istemişim “ benim ismim Burcu, bunlar benim oyuncaklarım.. Sizde benim oyuncaklarımı bulursanız lütfen müzeye götürün “... Sonrada gidip, evimizin bahçesine gömmüşüm oyuncakları ve mektubumu.... Birilerinin yıllar sonra bulacağını düşünerek mutlu olmuşum işte...

Böyle çok anım var.. Annem ve babamın o zamanlar keşke daha fazla zamanları olsaydı da, yazsaydı tüm bunları diye düşünüyorum. Sanırım bir çocuğa verilecek en güzel şey, anıları...

Aşkı da- flörtü de ve hayatın herşeyini de aslında dümdüz algılıyor çocuklar.. Hesapları yok beyinlerinde.. Doğru olan düşündükleri sadece... Ve biz “küçük şey diye” onları sevimli bulurken, aslında onların hiçte sandığımız kadar küçük olduklarını düşünmüyorum...

Geçen gün asansörde alt komşumuzun 4 yaşındaki konuşkan kızıyla tanıştım. Kocaman gözlerini bana dikerek uzun uzun inceledi..Sonra bana “ Sen nereye gidiyorsun” dedi... “ İşe gidiyorum” dedim gülümseyerek..Fakat cevabımın arkasından hiç düşünmeden “ bu saatte işe mi gidilir” diye sordu.Ne olduğumu şaşırdım..Nasıl anlatabilirdim ki, kendi işimi yapıyordum,saat 10.30 da bir görüşmem vardı ve o yüzden evden geç çıkmıştım.. Bakıcısı “annesi ve babası o uyurken işe gidiyor, ondan sormuştur.” demesi bile şaşkınlığımı dindirmedi..

Eminim hepinizin böyle komik anıları vardır.Bu yazı, yaz yaz bitmez aslında...Belki de kendimize dair bunları daha çok hatırlamak, hepimizi mutlu eden birşey olur diye, ben ilk önce kendi anılarımdan başladım..

Ve yazımı en sevdiğim anılardan biriyle bitiriyorum..

Yakın arkadasım Özge ile bluğ çağımızın en güzel zamanlarından birinde oturmuş, erkek arkadaşlarımızdan bahsedip, kıkırdıyorduk. Odada Özge’nin minik kuzeni Emre oturmuş arabalarıyla oynuyordu. Bizi dinlediğinin farkında değildik..

Sonra gülüşmelerimiz susturarak...Bize döndü..
“Özge apla, siz hiç sevgileştiniz mi” diye sormuştu..

Hala bu cümle aklıma geldikçe gülümsüyorum... Ne güzel bir tamlama yapmıştı diye..
Şimdilerde kimse sevgileşmediğinden belki de... ya da sevgileşmeyi başka şeylerle karıştırdıklarından..... Hala beni çok gülümsetiyor...


Bol sevgileşmeli günler diliyorum hepinize...
BuRCu

Eşyanın Doğası Gereği


Aslında yanliş bir başlık oldu bu.. Ama yazıma bu başlığa uygun gördüm.. Ayşe Arman gibiyim.. Böyle yazarım, yazdığım gibi olanı da uygun görürüm stili..

“Eşyanın doğası (tabiatı) gereği” lafını her yerde duyarım ama niyeyse bunu açıklayacak bir paragraf bulamadım. Hani öyle şeyler vardır ya ne olduğunu bilmezsiniz ama anladığınızı sanırsınız.. Bu tabir genellikle evrendeki herşeyin değişken olduğunu anlatmak için kullanılır, aslında son derece bilimsel bir yaklaşımla söylenmiş bir sözdür. Zira eşya kıpırtısız dursa da, barındırdığı maddenin en küçük yapı taşları ha bire kıpırdar durur içinde için için..

Benim yazmak istedigimse “eşyanın ruhu” varmıdır.. Doğaya çıktığımızda ağaçların bir ruhu olduğunu, çiçeklerin bize selam verdiğini düşünürüz de, niye bir eşyanın ruhunun olması, delilik olarak görülür.. Bu evrende olan herşeyin bir ruhu vardır bence.. Düşük enerjili yada değil..

Universite yıllarımda çok sevdiğim bir arkadaşım vardı.Kendisi o kadar sevgi kelebeğiydi ki, çayına koyduğu şekeri bile sevgiyle üfleyerek ikiye ayırdığını söylerdi. Bu kadar hassas bir yüreğin, böylesi bir dünyada çok üzüleceğini düşünürdüm hep.. onunla beraberken,yüzümde tebessümüm hiç eksik olmazdı.. Üzerine çay döktüğü sandalyeden özür diler, çizim çantasına isim takardı.. Sınıfta ne arıyorsun diye soranlara, kalemimi dediğini hiç duymamıştım.. Mutlaka o kaleminde bir ismi- bir ruhu vardı .. Tabi herkes onun bu haline uyum sağlayamasa da, tatlı bir insan diye düşünürlerdi kendi hayal dünyası içinde yaşayan..

Bende son zamanlarda eşyaların gerçekten ruhunun olduğunu düşünüyorum.. Evinizdeki koltuğun size o ferahlığı vermesi de, giydiğiniz ayakkabının rahat oluşu da o ruhun size yaşattığı bir konfor diye düşünüyorum.. Yoga hocam, enerjiniz değiştikçe kullandığınız elektronik eşyalar sizinle uyumlanamayıp bozulabilirler demişti. Bunun üstüne bize “bu eşyalara tekrar kendinizi tanıtın” demişti. Pek anlayamamıştık belki de bunu ilk duyduğumuzda.. Ama düşününce doğru olduğunu görüyorum. Güçlü’nün bilgisayarındaki sorunu ben halledemiyorum, o da benim bilgisayarımdakini.. bunu en kolay böyle örneklendirebilirim. Bununla ilgili İrem ile konuştuğumuzda, o da evindeki her eşyaya kendini tekrar tanıttığını anlatmıştı. Bizde Güçlü ile aynı şeyi yaptık. ”Merhaba tost makinesi, biz senin aileniz”.. ”Merhaba Buzdolabı, Naber”... Tabi bunu yaparken hayli eglendik. Onlar selamımızı alırken, sırf bozulup bizi zora sokmasın diye konuşmaktayız biliyorlarmıydı pek emin değilim. Genelde bozulunca konuşulur çünkü “ hadi be bozulacak zamanı mı buldun “ diye.. Bunu hiç söylememiş ve “ eşyadır bozulur” diyebilmişseniz, sizin için eşyaların bir ruhu yok. Ama ben biliyorum, arabası bozulunca tekerleği tekmeleyen adamlar çok gördüm .. Halbuki arabasını dinlese diyor işte " içimin yağları kirlenmiş, balatalarım haşat, ne vuruyorsun tekerleğime tekerleğime"..

Bu ruhu biz katıyoruz onlara diye de düşündüğüm çok oldu.. Mesala annemlerin evindeki deri koltuğu sevmeye çalışsamda benimle hiç iyi anlaşamadı. Koltukta otururken yatar pozisyona geçiş yaparken, deri yüzeyin verdiği matlıktan ses çıkıyor, ayrıca yaz aylarında teniniz koltuğa değince rahatsız ediyor ve hiç rahat bir koltuk değil kendisi. Ama babam ile iyi anlaşıyorlar. Babam onu çok seviyor, o da babama yakışıyor.. Bunlara birçok örnek verilebilir tabi ki.. Kıyafetleriniz, atamadığınız eski ayakkabılarınız, arabanız...

Anneannemi gormeyeli 5 yıl oldu. Anneannem eşyanın ruhunu abartanlardan biridir gözümde.. Yaşının gereği duvarlara tutunarak evin içinde yürür. Birgün ikimizinde mutfağa gideceği tuttu..O minik minik-duvarlara tutuna tutuna yürürken, ben arkada onu takip ediyordum.Tam köşeyi dönmeden “ çekil duvar” dediğine şahit oldum. Artık o duvar biz yokken hareketlenip, ona yol mu veriyordu bilemiyorum. Kuzenimle bunun üstüne çeşit çeşit geyik döndürdüğümüzü bilirim." hey sen yine iyisin, kaderde tuvalette duvarda olmakta vardı. Şimdi bir zahmet yol ver"- " yine mi sen, hep önüme çıkıyorsun be duvar" gibi.. Şaka bir yana yine de, biz yokken o duvarların anneanneme arkadaş olduğunu bildiğimden gülümseyebilmiştim tum bunlara sadece..

Peki sizin hiç alışverişte başınıza gelmedi mi?. Benim sık sık geliyor da. Ofisimin Tunalıda olması nedeniyle sık sık vitrin görme şansına sahibim. Bankaya giderken, yol üstünde göz ucuyla gördüğüm vitrinden “ heyy beni al, ben sana ne güzel yakışırım, bi denesen ” diyen ayakkabıyı, kazağı veya eteği aldığımı hatırlarım.. “Bankaya gidiyordum ya, ben bunu ne ara aldım” diye düşünürken, torbanın içinde “ yarın beni giyecekkk-yarın benii giyeceekkkkk ” diye sevinen yeni bir eşya edindiğim çok olmuştur.Gardroba yeni alınanı koyarken diğerlerinin “ aaa Burcu daha bizi bir kere giydin, ne bu şimdi” diyenleri de duyuyorum genelde.. Kadının doğası gereği, bende yapıyorum bu alışverişleri..:) Biz kadınlar haksız yere “alışveriş sever” diye markalaniyoruz bence, halbuki yufka yüreğimizden, bizi çağıran eşyaya kıyamadığımızdan oluyor bunların hepsi..

Onlara eşya demekte kötü birşey sanırım. Alınıyor olabilirler mi..? Emin değilim.. Sizinde eşyanın ruhunun var olduğu ile ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum açıkcası. Mesala siz de televizyonunuzu kapatırken ona iyi geceler diliyor olabilirsiniz değil mi? Kitapçıda karşınızda duran kitap, size hiç içinde yazanları fısıldamaz mı yoksa.. Yani küçükken bez bebeklerinizin canlı olduğunu düşünürken, şimdi bunu çocukça mı buluyorsunuz yada... Bunların hiçbirine katılmıyorsanız, olmadı delirmek üzere olduğumu söylemekten çekinmeyin lütfen.

Yazımı burada sonlarken, eşyalarım içinde en çok sevdiğim arabama ( Aslında arabamın bir ismi var, ama onu sizinle paylaşamayacak kadar kıskanıyorum...) benzin alıp evimin yolunu tutacağım şimdi... Benzinciye giderken de sevgili arabama” seni biraz şımartalım mı, yıkamaya girermisin” diye de sormayı düşünüyorum. Eğer gönlü isterse yıkanabilir..İstemezse zorla birşey yaptıramam ona.. E naparsınız, Eşyanın doğası işte... İstemeyince zorla olmuyor..Kendisi benim kadar titiz değil malasef:)